20 Şubat 2015 Cuma

Hasan Karakaya'nın Agzından...

Bugün “Pensilvanya’dan gelen talimat”la Meclis’te “hır-gür” çıkaran “muhalefet”ten bahsetmeyecek, yine “Özgecan cinayeti”ne değineceğim...

“Meclis’teki kavga”yı hepiniz televizyonlardan izlediniz... “İç Güvenlik Paketi’ni geçirtmemek” için “olağanüstü bir çaba” gösteren muhalefet milletvekilleri, öyle bir “vandallık” sergilediler ki; gözlerimin önüne “Gezi kalkışması” ve “Kobani provokasyonu” esnasındaki “militanlar” geldi..!
Bir tek farkı vardı; yüzlerinde “maske” ellerinde “molotof” ve “demir bilye atan sapan”lar yoktu!..
“Emir Pensilvanya’dan” dedim, çünkü; Pensilvanya, “İç Güvenlik Paketi’nin Meclis’ten geçmesine” şiddetle karşı... Eğer bu paket Meclis’ten geçerse; memlekette “huzur ve güven ortamı”nın sağlanacağını çok iyi biliyorlar... Oysa, Pensilvanya; huzur, güven ve istikrar değil, “kaos” istiyor!.. “Paralel’in kucağında” olduğunu hemen herkesin bildiği CHP ise, “İç Güvenlik Paketi’ni geçirtmemek” için, “canhıraş bir gayret” gösteriyor!..

Ne var ki; bu paket geçecek ve Türkiye “huzur ve istikrar”a kavuşacak!..

Muhalefet istemese de!..

ÖNCE EĞİTİMLİLER EĞİTİLMELİ..!
Şimdilik, noktayı burada koyalım ve tekrar “Özgecan cinayeti”ne dönelim...
Önceki gece, “Ülke TV ekranlarında” da söyledim: Her olayda “Eğitim şart” diyoruz ya, çok doğru; eğitim şart... Ama, ilk önce “eğitimlilerin eğitilmesi şart!”

Söyleyin Allah aşkına;
Bu “tecavüz”lerin, bu “sapıklık” ve “sapkınlık”ların neşv-ü nema bulmasında, “eğitimli insanlar”ın hiç mi rolü  yok?
“Eğlendirme”nin yanı sıra, “toplumu eğitmek” gibi bir misyonu bulunan “gazeteler” ve “televizyonlar”ın; bu tür “tecavüz”lerde, “sapıklık ve sapkınlık”larda hiç mi dahli yok?
Özgecan Aslan adlı genç kızımıza önce “tecavüz” etmek isteyen, “genç kızın direnmesi” üzerine de; Özgecan’ı bıçaklayan, sonra kesen, en sonunda da, “yakarak ortadan kaldırmaya” çalışan Suphi Altınöken adlı sapığın, bir zamanlar Aydın Doğan’ın televizyonu Kanal D’de yayınlanan “Fatma Gül’ün Suçu Ne” dizisini izliyor olması, bu diziye hayranlık duyması bir “tesadüf”(!) mü?
FATMAGÜL’Ü İZLİYORLAR!

Lütfen, yukarıdaki fotoğrafa bir bakın... O fotoğrafta, “4 erkek” görülüyor...

Bu erkekler, “Katil Suphi Altınöken ve arkadaşları”dır!..
Diğerlerini bilmiyorum ama, fotoğrafın “sol” tarafında ve önde görünen kişi, Suphi Altınöken’dir!..Onun hemen arkasındaki kişi de; “Özgecan Aslan’ı yakıp, ortadan kaldırma” fikrini veren, cinayette, arkadaşına “yardım ve yataklık” eden Fatih Gökçe adlı şahıstır!
Peki, dördü bir arada ne yapıyorlar?
Televizyon seyrediyorlar...
Evet, evet;

Kanal D’de yayınlanan “Fatmagül’ün Suçu Ne” dizisini izliyorlar.
Malûm; Fatmagül’ün Suçu Ne adlı dizi, “tecavüz” sahnesi ile ünlü!
Hadi, “fotoğrafın çekildiği” yeri de vereyim... Bu fotoğraf, 5 yıl önce, yani 2010’da Mersin’in Tarsus ilçesi Pınarbaşı Beldesi’nde çekilmiş!
Tekrar edelim;

“Özgecan Aslan’a tecavüz girişimi”nde bulunan Suphi Altınöken ve ona “yardım ve yataklık” eden Fatih Gökçe ve iki arkadaşı, “tecavüz” sahnesiyle reyting rekorları kıran “Fatmagül’ün Suçu Ne” dizisini izlemektedirler!..
Bu diziyi izleyen herkesi “potansiyel tecavüzcü” olarak görmek, elbette mümkün değil!.. Ama, “medya”nın; bu tür “vahşet”leri, bu tür “tecavüz”leri ve bu tür “sapıklık”ları “teşvik” ettiği ya da “tetiklediği” bir gerçek!

GELİNİM OLUR MUSUN?

Açık ve net söyleyeyim:

Bu tür “dizi” veya “program”lar, sadece “reyting” almak, yani “daha çok izlenmek” için yapılmıyor.
Bu tür programların “asıl amacı” toplumu “dönüştürmek” ve “istenilen kalıba sokmak”tır!
Türkiye toplumunun “yüzde 99’u Müslüman” ya, istiyorlar ki, “dinden kopsunlar” ve herhangi bir “ahlaki değer”e sahip olmasınlar!
Geçmişten bir örnek vereyim:
Malûm; “Nüfusunun yüzde 99’u Müslüman” denilen, “evlilik, aile, mahremiyet, ahlâk ve namus” kavramlarına büyük değer verilen Türkiye’de, bundan 11 yıl önce, yani 2004’te, bir program yayınlanmıştı...
Adı, “Gelinim Olur musun?”
İşte bu programın fikir babası Murat Üçkardeşler, daha sonra bir dergiye verdiği röportajda; “Bu programı niye yaptığını” şöyle itiraf etmişti:
“Evlilik kavramına karşıyım!Evlilik, çağdışı bir olaydır!”

Devam etmişti “itiraf”larına:

“Ben bu program vasıtasıyla evliliğin ne kadar yanlış ve sahte olduğunu insanlara gösterebiliyorum!.. Amacım yarışmacıları evlendirmek filan değil; bu program vasıtasıyla insanlara birtakım mesajlar vermek! Çünkü toplumumuz hâlâ flörte karşı. Mesela kaynanalar genelde bakire gelin istiyorlar.”
“Bir kız hâlâ bizim toplumumuzda rahat rahat flört edemiyor. Varoş ve Anadolu kültüründe hâlâ çocuklarının nasıl evleneceği konusunda aileler belirleyici. Kadınların kendilerini kanıtlama sorunları var. Mesela kaynanalar genelde bakire gelin istiyorlar. Bu çok ayıp.
Bir kadın bunu nasıl söyler.”
Daha önce dedim ya;
“Eğitim şart... Ama ilk önce eğitimlileri eğitmek lazım!”
HASTALIKLI KAFALAR!
Söyleyin Allah aşkına;
“Eğitimli”(!) bir insan; “Evlilik çağdışı bir olaydır” diye yola çıkmış ve “Gelinim Olur musun?” adlı bir program yapmışsa, bu “hastalıklı kafa”dan, sağlıklı bir program çıkar mı?..

Bu tür “hastalıklı kafalar”ın yaptığı programların tek amacı, “toplumu ayakta tutan değerleri yıkmak”tır!..
Daha kısa ifadesiyle;
Bunlar “Hak ve halk düşmanı”dır!..
Bu “hastalıklı kafalar”dan çıksa çıksa; “tecavüz” çıkar, “cinayet” çıkar, “intihar”  çıkar!..
O programda “rol” alan Semra adlı kadının oğlu Ata Türk’ün, daha sonra bunalıma girip, 2005’te, otel odasında “intihar” ettiğini de söyleyelim ki, ne demek istediğimiz daha iyi anlaşılsın!..

Uzun lâfın kısası;
“Fatmagül’ün Suçu Ne” türü diziler “tecavüz”leri, “Gelinim Olur musun?” adlı programlar da “intihar”ları körüklüyor!..
Olan, bu ülkenin “genç”lerine oluyor!.. Hep kaybediyorlar!.
Kazananlar” ise; “Medya patronları!” Gençlerin “ceset”leri, Onların “cep”leri şişiyor!..

BİR TEK DİZİDE 3 TECAVÜZ!
Şimdi, “Yozgat Rehberlik Araştırma Merkezi”nde görevli Psikolojik Danışman Mustafa Toplu’nun gönderdiği bir “yazı”yı sizlerle paylaşmak istiyorum.

Mustafa Toplu, özetle demiş ki;

“Medyanın birey ve aile üzerindeki etkisi yadsınamayacak bir gerçekliktir. Dini, kültürel ve ahlaki değerlerimizle alakası olmayan televizyon dizilerinin ve kadını bir eşya, bir meta olarak teşhir eden yarışma programlarının bireyler ve aile yapımız üzerindeki yıkıcı etkisi dehşet verici boyutlardadır.

Birey ve toplum ahlakını hiçe sayan bu diziler ve yarışma programları, kadınları cinsel bir obje olarak takdim etmekte, ‘bedene’ indirgemekte ve sömürmektedir.

Bu diziler ve bu dizilerde rol alan sanatçı(!)lar, aile kurma ve çocuk sahibi olma gibi değerlere karşı insanları duyarsızlaştırmakta, nikahsız birliktelikleri teşvik etmektedir.

Maalesef reyting rekorları kıran bu diziler ve yarışma programları nikah, mahremiyet, kadının kutsallığına saygı, vefa ve sadakat gibi değerleri altüst etmektedir. Çocuklarımız, akşam ayakta oldukları saatlerde, Türk aile yapısına ve dini yaşantısına uygun olmayan, mahremiyetin hiçe sayıldığı sahnelere maruz kalmaktadır.
Dizilerin nerdeyse tamamında, arkadaşlık ilişkileri cinsel boyutlara indirgenmekte ve gençlerin hayat tarzlarının merkezine cinsellik yerleştirilmektedir.

Yarışma programı adı altında reyting çekme uğruna, kadınlar cinsel bir meta olarak teşhir edilmektedir.

Kadın kutsal kimliğinden çıkarılıp bedensel zevkleri tatmin eden bir meta olarak değersizleştirilmektedir.

Bu dizilerdeki ve yarışma programlarındaki kişiler çocuklarımız tarafından model alınmaktadır. Bu durum ise bireyleri, ahlaki ve kültürel değerlere karşı duyarsızlaştırmakta; cinsel sapkınlıktan tutun, uyuşturucu kullanımına kadar birçok olumsuz sonuçları beraberinde getirmektedir.

Yakın tarihte fuhuş, uyuşturucu satmak ve kullanmaktan suçlu bulunan ünlü isimlerin en çok izlenen dizilerde karşımıza çıkmaları fuhuşu, uyuşturucu kullanımını ve ahlaksızlığı meşrulaştırmakta ve bu kişileri model alan gençlerimizi teşvik etmektedir.

Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde Zeynep Gültekin’in hazırladığı yüksek lisans tezinde ele alınan sadece bir dizinin 55 bölümünün faaliyet raporunda; ‘411 cinayet, 152 yaralama, 137 saldırı, 147 dayak, 155 tokat, 175 kavga, 110 işkence, 3 tecavüz, 191 taciz, 145 silahlı çatışma’ ortaya çıkmıştır...”


SAPIKLARI TV’LER ÜRETİYOR!

Görüyorsunuz ya; Rakamlar dehşet verici!...
Düşünebiliyor musunuz;
“Sadece bir tek dizi”nin “55 bölüm”ünde, “411 cinayet” işleniyor, “saldırı, yaralama, dayak, tokat, kavga, çatışma ve işkence” gibi “şiddet sahneleri” yer alıyor!..

Dahası;
“Sadece bir tek dizinin 55 bölümü”nde “3 tecavüz, 191 taciz” seyrediliyor!..
Sonra da, toplum olarak ayağa kalkıyor ve “Özgecan cinayeti”ni protesto ediyoruz...
Tamam, tepki gösterelim de;
Bu “tecavüz”lerin, bu “sapıklık” ve “cinayet”lerin “tarlası” kim?..
“Tarla, medyadır!”
Bir kısım “gazeteler”dir, “dergiler”dir, özellikle “televizyonlar”dır!.
“Gerçek suçlu, medyadır!”
Siz, “Fatmagül’ün Suçu Ne” gibi dizileri yayınlamaya devam ederseniz, o “tarla”lardan Suphi Altınöken ve Fatih Gökçe gibi “sapık ve cani”ler yetişmeye devam edecektir!..
Bence; “sivrisinek”leri değil, onların yetiştiği “bataklık”ları protesto etmeli, o “tarla”ların önünde gösteri yapılmalıdır!..

Aksi halde;

“Daha çook Özgecan’lar ölür!

Hasan Karakaya

 

17 Şubat 2015 Salı

14 Şubat Sevgililer Günü ve Rivayetler, Görüşler...

Rivayet 1 = Eş Seçimi İlişkileri...
"14 Şubat Sevgiler Günü‘nün ilk ortaya çıkışı Roma İmparatorluğu zamanına kadar uzanmaktadır.
Eski Roma’da 14 Şubat, halk için büyük önem taşıyordu.
14 Şubat günü, Roma tanrı ve tanrıçalarının kraliçesi olan Juno’ya duyulan saygıdan dolayı tatil günüydü. Ayrıca Juno, Romalılar tarafından erkeklik ve kadınlık tanrıçası olarak da bilinmekteydi.
Ertesi gün, yani 15 Şubat günü ise Lupercalia Bayramı başlamaktaydı.
Bu bayram gençler için büyük önem taşıyordu. 
Yaşantıları keskin kurallar ile sınırlandırılmış bu gençler, sadece bu bayram süresince bile olsa birbirlerinin eşleri oluyorlardı.
Hangi bayanın, hangi erkek ile bir çift oluşturacağı ise eski bir gelenek olan ve Lupercalia Bayramı’nın arife günü yapılan bir kura ile belli olmaktaydı.
Genç kızlar isimlerini kağıt parçalarının üzerine yazıp bir kavanoza bırakıyorlardı.
Erkekler ise kavanozdan bu kağıtları bir bir çekerek üzerinde hangi kızın ismi yazıyorsa o kız ile bayram eğlenceleri boyunca beraber oluyorlardı.
Bu arkadaşlıklar, birbirine aşık olan çiftler için bayram süresinin dışına taşıp genellikle evlilik ile son buluyordu.
2. Claudius, Roma’yı kendi sert kuralları ile zalimce yöneten bir imparatordu.
Onun için en önemli sorun; savaşacak asker bulamamaktı.
Bu durumun tek sebebini ise Romalı erkeklerin ailelerini ve aşklarını bırakmak istememeleri olarak görmekteydi.
Bu yüzden Roma’daki nişan ve evlilik yasaklandı.
Aziz Valentine de aynı devirde Roma’da yaşayan bir papazdı.
Kendisi gibi papaz olan Aziz Marius ile beraber yasağa rağmen çiftleri gizlice evlendirmeye devam etti. İmparator bir süre sonra bu durumun farkına vardı. Valentine hemen tutuklandı ve yaptıklarının cezası olarak dövülerek öldürüldü.
Milattan sonra 270 yılının 14 Şubat günü Hıristiyan şehitliğinde toprağa verildi.
Hıristiyan Kilisesi’nin ilk kurulduğu yıllarda hizmet veren papazlar, gençlerin isimlerinin azizlerle birlikte anılmasını istedikleri için Lupercalia Bayramı’nın başladığı günü Aziz Valentine Günü (Valentine’s Day) olarak kutlamaya başladılar.
O günden beri her yılın 14 Şubat günü, Sevgililer Günü olarak kutlanmaya devam ediyor.
Yeryüzünde kadın ve erkek beraber olduğu sürece de kutlanmaya devam edecek gibi görünüyor.
Yıllar ilerledikçe 14 Şubat, sevgililerin birbirlerine aşk mesajları yolladığı, sevgiliye hediye alınan bir gün haline geldi. Bununla beraber Aziz Valentine de bütün sevenlerin koruyucu azizi haline geldi."

Rivayet 2= Gerçekliği daha muhtemel...
Romalılar Kır ve Çoban Tanrısı Pan’a lupus ('kurt') sözcüğünden türetilen Lupercus, bu tanrı için kutlanan bayramlara da Lupercalia adlarını vermekteydiler. O zamanki bir inanışa göre Lupercalia’nın Yunanistan’ın Arkadia bölgesinde kutlanan Lykaia (‘Kurt’) Bayramları ve Çoban Tanrısı Pan kültü ile bir ilişkisi vardı. Olasılıkla İ.S. II. yüzyılda yaşamış olan tarih yazarı Justinus’a göre, bu kutlamalar sırasında Lupercus’un çıplak bir heykeli bir keçi postuna sarılırdı (Hist. Phil. 43.1). Cicero, Ovidius, Horatius, Plutarkhos ve Varro gibi antik yazarlardan öğrendiğimize göre, Roma’da Luperci adı verilen Pan rahiplerinin (sacerdotes) oluşturdukları bir dernek, her yılın Şubat ayının 15. günü tanrı Pan için Lupercalia adında bir festival düzenlemekte ve kentin arınmasını ve bereketi sağlamak amacı ile bazı sıradışı ritüeller gerçekleştirilmekteydi. Lupercalia olasılıkla, aynı tarihte kutlanan ve Februa (‘arınma’) adı verilen eski bir arınma bayramı ile ilişkili olduğundan, bu kutlamalar ‘arınma ayı’ olan Februarius’da yapılmaktaydı. Lupercalia şenliği sırasında gerçekleştirilen ritüeller sırasında, Roma’nın efsanevî kurucuları sayılan Romulus ve Remus’un dişi bir kurt (lupa) tarafından emzirildiği ve romulus-and-remuskentin ilk kurulduğu yer olan Palatinus Tepesi’nin yamacında yer alan Lupercal adındaki mağarada birçok keçi ve bir köpek kurban edilir ve burada akan kan bir bıçakla iki gencin alınlarına sürülür ve daha sonra bu kan süte batırılmış bir yün parçası ile kurulanırdı. Daha sonra, ellerinde kurban edilen keçilerin derilerinden yapılmış postlara bürünmüş yarıçıplak rahipler (luperci) Palatinus Tepesi’nin etrafında koşarlar ve bu sırada ellerinde bulunan keçi derisinden yapılmış kamçılarla yol kenarına gönüllü olarak dizilmiş olan seyircilere ve özellikle kadınlara vururlardı. Çünkü bununla doğurganlığın artacağına ve doğum sancılarının azalacağına inanılırdı. Bu ritüellere ayrıca arınma törenleri ve bolluk-bereket büyüleri de eşlik etmekteydi.
Lupercalia festivali İ.Ö. I. yüzyılda Roma’da o kadar büyük bir rağbet kazanmıştı ki, 44 yılının consul’ü olan Marcus Antonius bile festival sırasında Palatinus’un çevresinde yapılan koşuya katılmıştı. Ancak Constantinus I devrinde (324-337) Hristiyanlık Roma’nın resmî dini oldu ve daha sonra Theodosius’un 392 yılında yayınladığı bir genelge ile paganizm yasaklandı. Ama buna rağmen, örneğin 494 ile 496 yıllarında Papalık yapan Gelasius I devrinde, alt tabakalardan gelen küçük gruplar bu kutlamaları hala sürdürmekteydiler. Bu nedenle Gelasius, Lupercalia’nın sürdürülmesinde bir sorun valentinusgörmeyen senatörlere şöyle seslenmişti: «Eğer bu ritüelin yararlı birşey olduğunu iddia ediyorsanız, onu geleneksel şekli ile kendi kendinize kutlayın; haydi gidin ve çırılçıplak koşun ki belki bu soytarılığı gereğince başarabilirsiniz!». Ve uzun tartışmalar sonucunda Lupercalia bayramı yasaklandı.
Lupercalia Bayramını yasaklatan Papa Gelasius, 14 Şubat gününü Valentinus adını taşıyan ve «... adları saygı ile anılan ama hizmetleri yalnızca Tanrı tarafından bilinen» azizlere ithaf etti. Erken Hristiyanlık döneminde Valentinus adını taşıyan üç din şehidi (martyr) bilinmektedir. Bunların içinde 14 Şubat günü ile ilişkilendirilebilecek tek kişinin, İmparator Claudius II (Gothicus) devrinde Roma’da rahiplik yapan Valentinus olduğu sanılmaktadır. Nitekim 1493 yılında yayınlanan Liber Chronicarum ya da Book of Chronicles (Nuremberg Kroniği) adlı kaynakta verilen bilgiye göre bu adam imparator Claudius II tarafından öldürtülen bir Romalı rahipti. Çünkü rahip Valentinus, o sırada Roma’da eziyet gören Hristiyanlara yardım etmekte ve bazı Hristiyan çiftleri evlendirmekteydi. Ama o devirde Hristiyanlara yardım etmek bir suçtu ve bu yüzden Valentinus hapse atıldı. Mahkûmu bizzat sorgulayan ve ona hayli kibar davranan imparator onu fikirlerinden vazgeçiremedi; tersine, Valentinus onu Hristiyanlığa davet edince ölüme mahkum edildi ve 269 (veya 270 veya 273 ?) yılında sopa ve taşlarla öldürülerek Roma’nın kuzeyindeki Via Flaminia’da (Flaminius Yolu) gömüldü. Bir söyleme göre Valentinus, zindandaki gardiyanı olan Asterius’un kızını iyileştirmek suretiyle mucizesini göstermiş ve idamından önce bu kıza «Senin Valentinus’undan ...» diye bir not bırakmıştı.
Birçok iddianın aksine, Papa Gelasius’un tesis ettiği Aziz Valentinus Günü olan 14 Şubat ile Romalıların Lupercalia ritüelleri arasında herhangi bir bağlantı bulunmamaktadır. Her ne kadar A. Butler adındaki bir İngiliz 1756-1759 yılları arasında yayınladığı Azizlerin Yaşam Öyküleri adlı eserde, Lupercalia Bayramları’nda erkek ve kadınların adlarını bir obje üzerine yazarak bir küpün içine attıklarını ve yapılan kura çekiminde eşlerin belirlendiğini ve modern devirlerin Sevgililer Günü’nün bu geleneğin bir devamı g.-chaucerolduğunu yazmışsa da, onun bu fikirleri tümüyle hayal ürünü olmaktan ileri gitmemektedir (aslında Sevgililer Günü ile antik devrin pagan gelenekleri arasında mutlaka bir ilişki kurmak gerekirse, Atina’da Zeus ile Hera’nın kutsal evliliklerinin kutlandığı, Ocak-Şubat arasına denk gelen Gamelion [‘evlenme’] ayı akla gelmelidir ki bu da bir zorlamadan ibaret olur; çünkü Gamelion Bayramı’nın ‘aşk’ değil ‘tapımla’ ile ilişkisi vardı).
Elimizdeki bilgiler ışığında, günümüzde büyük rağbet gören Sevgililer Günü kutlamaları ile bir pagan bayramı olan Lupercalia arasında bir ilişki bulunmadığı açıktır. Yine hiç kuşku yok ki, Valentinus Günü’nü (ya da Yortu’sunu) «Valentinus adını taşıyan tüm Hristiyan şehitleri için» ihdas eden Papa Gelasius doğal olarak işin yalnızca dinsel tarafı ile ilgiliydi. Aziz Valentinus’un anıldığı 14 Şubat gününün romantik anlamda Sevgililer Günü’ne (Valentinus Günü) dönüşmesi ancak Ortaçağda, Geoffrey Chaucer adındaki ünlü İngiliz ozanın bir şiiri sayesinde gerçekleşti. G. Chaucer 1381-1382 yıllarında yazdığı 699 dizelik bir şiirde Aziz Valentinus ile romantizmi bir araya getirince bu sentez kitleler tarafından o kadar çok benimsendi ki Sevgililer Günü kutlamaları tüm dünyaya yayıldı. G. Chauser’ın ‘Kuşlar Meclisi’ adlı bu şiirinin 309 ve 310. dizeleri şöyleydi:
Çünkü Aziz Valentinus günüydü o gün
Ki her kuş gelir bir sevgili seçerdi o gün.

Rivayet 3= Bütün Temeller, Doğru Olan..!

Roma İmparatorluğunda 15 Şubat Roma tanrıçalarından Februata Juno adına yapılan kutsama töreninin günüdür.
Birbirleriyle ilk kez cinsel ilişkiye girecek gençlerin adlarının yazıldığı parşömenler, o gün tanrıçaya sunulurdu.
Bu törenin amacı bir yıl boyunca işlenen günahlardan arınmak, tarlaların verimini, insanların doğurganlığını arttırmaktı.
Hristiyanlık inancının ve dolayısıyla papalığın imparatorlukta güçlenmesinden sonra 15 Şubatlarda önceki listeleri yasaklayıp onun yerine üzerinde azizlerin isimlerinin olduğu listelerin sergilenmesini emretti.
14 Şubat da bu sonradan değiştirilen geleneğin gizlice devam ettirildiği gün oldu. 




Rivayet 4 = Belkide Günün Bat'ın-i Yönü...


Fransa'da ve İngiltere'da 14 Şubat geleneksel olarak kuşların çiftleşme günü olarak bilinmekteydi.

Günün bu özelliğinden dolayı sevgililer birbirlerine güzel sözler yazan notlar vermekteydi ve bu notlarda birbirlerine Valentine diye hitap etmekteydiler. 



Rivayet 5 = Antikçesi...

M.Ö 4. yuzyılda Roma'da 15 şubatta kutlanan Çobanların tanrısı "Faurus Lupercus" şenliğinde genç romalılar tanrının yaşadığına inanılan mağaranın önünde toplanırlardı.
Büyükçe bir küpe içinde kız adları olan minik levhalar konurdu. 15 şubat öncesinde yapılan spor yarışmalarını kazanan erkek 15 şubat günü bu küpe yaklaşıp kızlardan birinin adını çekiyordu. Bu yöntemle biraraya gelen bu çift gelecek yılın 15 şubatına kadar herşeyi yapmakta serbest bırakılıyordu.
Romalılarda bu gelenek M.S 5. yüzyıla kadar sürdü. Bu çağda Roma kilisesi bu şenliği yasaklayarak, ve Faurus Lupercus yerine de aşkın simgesi olarak papaz Valentinus'ı göstererek, bu şenliğe dini bir kılıf uydurdu.
Valentinus'un seçilmesinin nedeni ölüm tarihini Roma kilisesinin inandırmaya çalıştığı hikayeye uygun olmasıydı: 14 Şubat 273.

 Rivayet 6 = Son Rivayet...
Antik Yunan takvimlerinde, Ocak ayı ortası ile Şubat ayı ortasının arasında kalan zaman Gamelyon ayı olarak adlandırılmıştı ve Zeus ile Hera'nın kutsal evliliğine adanmıştı.
Ve bu tarihin sonunda yani 14 şubatta büyük bir şenlikle bu evlilik ve aşk kutlanıyordu.