31 Ağustos 2015 Pazartesi

Gülen Surat'a İthafen, Bir Kaç Saatlik Konuşma...

...
Sohbetin Devamında Konu bir Şekilde Gülüşler Üzerine Yoğunlaşmıştı. Zaten Onun Adı "Gülen Surattı".
Konu Gülümseme Olunca Dua Etmeden Olur mu ?
--Umarım Gülen Yüzünü Soldurmaz.
İnsan Bu ya İçindeki Ağırlıkları Atmak İstiyor Bir Anda.
--"Benim Gülüşlerimi Öldürdüler. Umarım Seninkileri Soldurmaz..." söyleyiverdm.
--"Solmasın da, Ölmesin de Gülüşlerin" dedi.
Sesi Kısık, Yüzü de Asıktı.
--"Ama Hani Söz Vermiştin, Asmayacaktın Yüzünü Bana" Deyince ;
Özür Diledi, Gayette Masumca Gülümsedi. O an Kanatlar Çıktı Arkasında: Küçük Bir Melek Gibi.
Çağlıyor İçim, Kaderim ve Ben Duyuyoruz. Tanrı Bile Görmezden Geliyor gibi. Tanrı ya Böyle İstiyor Demek ki.
--Solanlar Solar, Ölenler Ölür! Dünya bu Şekilde Ölenlerin Toprağı Hep Bol Olur. O Toprakta ; Ot, Börtü Böcek Can Bulur, Hayat Bulur.
Solanlarsa Eğer! Fırsat Bulabilirse Bir Daha Hayat Bulurlar. Yoksa Onlar da Ölmeye Mahkum Olur"
--"Şu Sözüme İmanım Vardır." dedim Gülen Surata. "--Aklımda Olanları Bir Görebilsen, Okuyabilsen."
İç Çekişlerim Oldu O An "Ahhh" Diye...
--"O Zaman Ne Demek İstediğimi Enine Boyuna Anlamış Olurdun...
Üç Nokta ne Kadar da Şiirane Demi. Ardı Ardına Gelen Küçük Siyahlıklar.
Ne Edebiyattaki Anlamı Biter, Ne de Matematik Tanımlayabilir.
--"İsterdim". dedi Biraz İsteksizce.
Belki Sıkılmıştı ama İçimde Ona Olan Konuşma Arzusu Değişik Bir Dünya Gibi.
Reddetse de Yaz Güneşi, Güneş Israr Eder Isıtmakta...
--" Bende Ezanlar Çok Okunuyordu ve Okundu Bitti. Şimdi Selalar Duyuluyor Dört Bir Yandan"
Yüzünde Yine Bir Asıklık Gelip Geçti. Sözü Geldi Herhalde Aklına.
Gülümsedi Zorla da Olsa. Görseniz Gülümsemesini Anlarsınız
Gülmelerin Tanrıçasını...
Hayatta Hep Gülecektir Umarım. Ezanları Çok Okunacaktır Umarım.
Selalar Duyulmaya Başlayınca "ki Umarım Başlamaz" İnsan Sanıyor ki Toprağı Bol Oluyor.
--"Amin İnşALLAH Hepimizin Yüzü Güler" diye Dua Etti Oracıkta.
İçim Amin, Amin, Amin diye Tasdik Etmek İstese de .
--"Bu Söze Amin Diyemiyorum."
--"Niye ama? Senin İçin Hayırsız mı Yoksa?" diye Ekledi.
Kendim İçin Tanrıdan Tek Dileğim var. Başka Yok, Tanrıyı tek Bir konuda Yormak İsterim. Tek Dua, Tek İstek ve Tek Bekleyiş.
Diyemedim Elbette ki.
--"Kendimi men Ederim Dedim. Ölenler Öldükleri gibi Kalırsa Kalanların Besleyecek Umutları Olmaz. Diriltmeye Gerek Yok. Duaya Amin Diyemem. Demiyorum da" dedim Hafiften Sert Bir Uslupla.
Tabi O Anlamadı Bunu.
--"Derin Konuştun Ama ..." dedi.
--"Okumayı  Bilsek Yüzeysel Birşey Yok ki Zaten" deyince.
Teşekkür Etti. Biraz Sessizlik Hakim Oldu.
Kendi Dünyasına Çekilmek İster Gibiydi. Işıkları Kapattı, Omuzları Rüzgar Esintisi gibi İnişmişti Çoktan. Karanlık Üzerine Kapandı.
--"İyi Uykular."
Sana da İyi Uykular Gülen Surat...[İ.G]

27 Ağustos 2015 Perşembe

Kaybolan Düşler ve Yıkıntı Giz'ler

Bir Sabah ve O Sabah Cumartesi. Cumaları Sevdiğim Doğrudur ee Onun Ertesini Sevmemek Olur Muydu ?
Yanağıma Bir Buse Esintili Nefes ile Günaydın Sabah Sesi. Kısa Bir Sarılmadan Sonra
Kahvaltıya Hazırlık Vakti Geldi. Sıcak Bir Duş Alıp, Yaklaşık 5 dk. Suyun Altında Sakinlik Gibisi Var mı ?
-- Kaç Ekmek Alayım Gülüm Diyen Bana " Bir ekmek al Sen Simit de Seversin."
Gülümsemesi Yok mu ? Dünyada Cennetin Adresi. Üzerinde Sabahlıkla Bana Sırt Dönmesi. Eve SesSiz Girip  O'nu O Kapıda Seyir Etmesi varya En Yüksek Hasılatlı Filmlerden Bile Daha Keyifli...

Çayı Hazır, Kahvaltı Masası Gayet Süslü.Bardakları Hep Sağ Tarafa Koyar. Anlarsınız Buram Buran Mutfak O' Kokar...
Bilir Benim Çayı Açık İçtiğimi, Onun Şekersiz Çayını Yudumlayışını Seyredişlerimi Hep Sevmiştir.
Farkında Değilim Oysa Ben. Birlikte Yapılan Kahvaltıdn Sonra Birlikte Çıkılan Gezmelerimiz Var Bizim.
Gezip Gördüğümüz Yerler Var.
--Yorulduk mu biraz ?
Adım Adım Seyredermiş Meğerse.
--Sen İyi ki Varsın Hayatımda diye Başlayan Güzellemesi ... ,
Hayatımın AŞK'ısın Cümlesi ile Biterdi.
"Ayaklarım Düz Adım Atarmış, Adımlarım Düz, Bacaklarım Düz Yürürmüşüm...
Bilmem!
Yere Her Sağlam Adımında Sana Olan Güveni Artıyor, Öyle Sağa Sola Yalpalayan Bacakların Yok, Sağa Sola Göz Kırpan Adımların Yok, Düm Düz Bana Adımların...
...
Akşam Vakti "Yorğunuz" tabi Puff Koltuklarımızda En Beğendimiz diziyi Seyredişlerimiz. Ama Dizinin Sonunu Hep Ertesi Gün İzleyişlerimiz Meşhurdur. Tanrıya Dua Sebebimdi Resmen!
Yazdığım Her Hikayede, Baş Rol Onundur. Figüran Dahi İstemez. Her Romanımın İlk Okuyucusu, İlhamlarımın Kaynağı ve Dahi Eserlerimin Sebebi.
Bana Kalırsa ;
Tanrı Kendisini O Olarak Gösterdi Bana..!

Ensesine Dökülen Kestane Tonu Saçları Çok uzun Olmasa da Omuzuna Uzanırdı Uçları. Ona Bakınca İçim Kabarırdı...
Arkasından Usulca Sokulduğum her gün. İncecik Belinden Sarılıp Bileklerinden Sıvazladığım Bedeni.
Ensesinden ve Boynundan Öperdim! Sonrası Malum Hep Ateşli Öpüşmeler.
O Uzun Saatleri Odadaki Dereceye Sormak Gerek. Kaç Dakika  Kaç Derece...

Birlikte Girdiğimiz Cümlelerden; Yumuk Eller, Buruşuk Yüz ve İnce Sesler Gelirdi. Ay Sonu Hesaplarımız zaten Hep Hüsrandı.
Ya O Vazgeçerdi İsteklerinden ya Da Ben Feragat Ettim Haklarımdan. Müşterek Ya Hayat Ne O Eksildi Bu Durumda ne de Ben Tükendim Durmadan..!

Çığlıkları Vardı Gecenin Geç Saatlerinde.
Gözleri Kapalı , Besbelli Uyuduğu. Çok da Korkmazdı Aslında Gökgürlemesinden. Ama Sarılırdı Sıkı sıkı. Geçmiş Acılarımıza Bağırırdı Belkide Çığlıklarla ;
-- Korkma Yok Birşey.
Gülümserdi. Günün Her Saati Gülümseyebilir ve o Gülümseme Bir tek Ona Bu Kadar Yakışırdı!
Pazartesi Sabahı Erken Uyandım. O Uyuyor Hala Derinden...
Bir eli Hep Göğsümde Uyurdu. Sanki Ben Olmazsam Uyuyamaz Gibi.
Beyaz Teni, Pembemsi Dudakları
Boynuna Dökülen Bir İki Tel Saçları Varya,
Uyandırmadan Öpmem Gerekir!
Başardım.
Sesini Duymadan İşe Gitmek Huzurumu Kaçırmış Olsa da Onu Seyrettiğim Bir İki Saat Telafi Etti Bir Zaman Sonra. Küçük Bir not Yaz ve Avucuna Bırak.
Suyumuzu da İçtik Hadi BismiLLAH...

İş Sıkıcı. Ondan Uzağım. Yıllar Olmuş Olsa da Ben Ona Hala Aşığım.
Akşam 18.3* eve Gelirdim Hep. Bazen Geç Kalınca Balkondan Seyrederdi Yolları. O Balkon Onunla Güzel.
O Günden Sonra Bir Daha Eve Giremedim. Ev Hala Kilitli. Eşyalar Yerli Yerindedir.
Dağılmış Yatak Odası, Dökülmüş Bütün Makyaj Malzemesi.
Ayna da Kırıktı Yanlış Hatırlamıyorsam. Ev Hala Aynı
Muhtemel Buram Buram O kokuyor Duvarlarında.

Çok Yıllar Oldu ve Olacak Belkide. ve Aksatmam Her Gün Evin Önünden Geçmeyi.
Kimisi Yalnız der,
Kimisi Deli...
Kimisi de Ekmek Su Verir Bana, Sağolsunlar Düşünmüşler...
Acıktığımdan Değil, İhtiyaçtan Yiyorum.
İki Yudum  Bir Soluk Oda Çok Belli Ki.

Her Akşam Çığlıkla Uyanıyorum. Belkide O Çığlıklar Benimdi, 
Hatırlamıyorum ki...
Banklar Yataklarım, Kaldırımlar Yastık Olsa da : Göğü Çektim Yorgan Misali O Yoksa ÜşüYORUM.
Sanmayın O Evden Çok Uzaktayım. Her Sabah Ben O Evin Önünde Uyanıyorum...
...
(Sokak Arası Ceketi var Üstünde Bir kolu Yok! Ayaklarında Yırtık Kahve Rengi Bir Ayakkabı, Gözleri Hep Ürkek)[Korte'den Yalnızlığa Düşüncelerimden Bir Pasaj][İ.G]

Düşlerde Çalanlar

Kırılmalı Bütün Camlar,
Dağılmalı Parçalarla.
Hücrelerimden Umut Akmalı
Kırmızıyı Reddedip Maviye Çalmalı
Ruhuna Eller Dolansın
Soğukça Bir Ses İle.
Ruhlar Beklemez Ölmeyi, Yeşiller Giydiler.
Maske de Takarlar Belki.
Düşüncelidir Aslında Bütün Palyaçolar.
Aynalarda Güler İnsanlarda...
İzi Kalır Geçmişin, Var mı Önemi?
Kırılmak Belki Hayallerin Kaderi.
Terketmekse Şeytana En Güzel Hediye.
İmansız Bir Gidişle...
Umutlar Hep Zehirlere Çalan Düşler.
Nereye Kadar bu İçimdeki Bakire Gülüşler.
Kim Besteledi bu Sessizliği
Benim İçin Yankılanıyor Bütün Hadiseler.
O Odalar Hep Umut Koktukça
Duvarlara Siner Göz Yaşı Buğusu
Ayrılık Dokusu
Yalnızlık Arzusu...[İ.G]

26 Ağustos 2015 Çarşamba

Sabah 04.27'de

Düşlerden Gelen Bir Mesaj Gibi
Rüyada Cebinde Son Paralar
Umut Kötü, Umut Acı Verici
Düşer Uçaktan Koskoca Bedenler...

Sordum, Aldım Cevap
Darlık, Zorluk, Sıkıntı Bitti, Bitecek
Ümit Ettiğin nee Varsa Azcık Gelecek
İçinde Taşıdığın Sevda Elbet Bitecek
Geçmiş Değil!
Gözün Aydın Diyecek...

Kırmızı Kurdela, Elinde Cüzdan
Zorla Bindirirler o Fiyakalı Arabaya
İçinde Korku!
Korku İle Heyecan.
Araba Zaten Eski!
Bulutlara Uç.
Uç Yağmur Diye...

Unutmam Deyip Sabah 04.27'de
Soğuk Duş, Taş Yastık Kendi Teninde
At Denize Bütün Vaatleri
Zaten Sözler Hep Yalan...[İ.G]

17 Ağustos 2015 Pazartesi

Kediler de Güler



Cem Ettik Selvi Elinde,
Sözümüz Var Küçük Tomurcuklara.
Sokak Ortası Seccade Serip
Dün-i Dünya'ya Sela Okumalısınız ya.

Güneş Çattı Gözlerinden
Sade Su Gibi Ağlarım,
Elimde Boş Sayfa Bir Ay
Ay Bile Sakladı Çatık Kaşları,


Sen Gidince bu Yüzde
Ne Renk Kaldı Ne Dem
Tövbem Var Sevgi Diye
Firarım Sana Sen Yokol Diye...


Şiirimde Saçma Sesim Sensin
Sen Olmadı Diye İçimdesin
Yazgı, Çizği, Kaza ve Kader
Ağlattık O Küçük Burçları...

Yagmuru Sayar Gibi Ellerim
Dilimde Ten , Agzımda Sen...
Üstünde Duman, Elimde Leke
Defterler Boş, Sayfalar Siyah...

Hani Kaçak O Küçük Kırıntılar
Gök Yüzünde Uçan O Martılar.
Mavi, Yeşil, Siyah Ne Önemi Var
Kırmızıyla Olan İki Dünya Aşıklar...

Kediler de Güler
Sokaklar Kahpe,
Kaldrımlarsa Hep Müşteriler.
Beş Yaşında O Küçük Velet
Hayat Sanki Bağırmış,
Öyle Sessiz!

Selvi Dalı Boyu Uzun
Bir Fatiham Var Bir de Gusül,
Sigaram Dumanda
Onbir Kişilik Mezem Var Mezarda...[İ.G]



12 Ağustos 2015 Çarşamba

Noel ve Noel Baba'ya Dair...

Birinci Varsayım; Genel Anlatım Şekliyle... 

Noel Baba efsanesi ve 6 Aralık'ta çocuklara şekerleme ile hediye verilmesi geleneğinin, Piskopos Nikola'yı konu alan Hollanda efsanesi Sinterklaas'a dayandığı kabul edilir. Bu efsane ilk kez Hollandalı göçmenler vasıtasıyla Amerika Birleşik Devletleri'ndeki New Amsterdam'a (günümüz New York City'si) ulaşmıştır.

Piskopos Nikola

Piskopos Nikola (Barili Nikola ya da Myralı Nikola olarak da bilinir), Likya'nın Myra yöresinde (günümüzde Demre) yaşamış bir 4. yüzyıl Hristiyan azîzidir. Yunanistan'ın, Rusya'nın, çocukların ve denizcilerin azizidir. 6 Aralık, Aziz Nikola Günü olarak kutlanır. 6 Aralık tarihinde birçok ülkede çocuklara hediyeler verilir.
Nikola'nın varlığını destekleyen tarihi bir doküman mevcut değildir. Antik Likya'nın liman kenti Patara'da doğduğu kabul edilir. Gençliğinde Filistin ve Mısır'ı dolaştı. Likya'ya döndükten sonra Myra piskoposu oldu. Roma İmparatoru Diocletian döneminde Hristiyanların gördüğü zulüm esnasında tutuklandı. İmparator Büyük Konstantin döneminde serbest bırakıldı ve 325 yılındaki İznik Konsili'ne katıldı. Öldükten sonra Myra'daki kilisesinin mezarlığına gömüldü. 6. yy'a gelindiğinde türbesinin ünü bayağı yayılmıştı. 1087 yılında İtalyan denizciler ya da tüccarlar kemiklerini İtalya'nın Bari kentine götürdüler. Bu nakil, Nikola'nın Avrupa'daki ününü büyük oranda artırdı ve Bari bir hac merkezi haline geldi. Nikola'nın kemikleri bugün Bari'deki 11. yy yapımı Aziz Nikola Bazilikası'ndadır.  
Nikola, iyi kalpliliği ve cömertliği ile meşhurdu. Yoksulluk nedeniyle fuhuşa sürüklenecek olan üç genç kızın çeyiz masraflarını ödeyip evlendirdiğine ve bir kasap tarafından öldürülüp tuzlu suya basılan üç çocuğu dirilttiğine inanılır. Hıristiyanlıktaki küçük azîzlerden biri olmasına rağmen, Ortaçağ'da ünü tüm Avrupa'ya yayıldı ve pek çok ülkede adına binlerce kilise inşa edildi. Roma İmparatoru I. Justinianos Nikola adına Konstantinopolis'de (bugünkü İstanbul) bir kilise inşa ettirdi. Nikola'ya atfedilen mucizeler, Ortaçağ ressamlarının ve oyuncularının sıklıkla canlandırdığı konulardandı. Aziz Nikola Günü'nde "Çocuk Piskopos" olarak adlandırılan bir erkek çocuğunu, temsili olarak, Kutsal Masumlar Günü'ne (28 Aralık) kadar piskopos atamak, tüm Avrupa'da yaygın bir gelenekti.
Nikola Hollandacada Sinterklaas (Aziz Klaas) olarak biliniyordu. Hollandalı göçmenler Amerika'ya ulaştığında bu isim zamanla Santa Claus'a dönüştü.
Günümüzdeki Noel Baba imajı

Thomas Nast'ın 1881 tarihli bir Noel Baba çizimi.
Günümüzdeki Noel Baba imajı, karikatürist Thomas Nast'ın 3 Ocak 1863 tarihli Harper's Weekly dergisinde yayınlanan çizimlerine dayanır. Nast'ın çizimleri ise 1822'de Amerikalı şair Clement Clarke Moore'un yazdığı kabul edilen ve ölümünden sonra kendisine atfedilen, "A Visit from Saint Nicholas" (Aziz Nikola'nın Ziyareti) ya da "Twas the Night Before Christmas" (Noel'den Önceki Geceydi) olarak bilinen şiirden esinlenmiştir.
Popüler Noel Baba imajı, çizer Haddon Sundblum'un, 1931 yılından itibaren Coca-Cola şirketi için hazırladığı çizimlerle son halini almıştır.  Sundblum'un Noel Baba'sı, şişman, beyaz sakallı, uçları beyaz kürklü kırmızı bir kıyafet giyen, siyah kemerli, siyah çizmeli, yumuşak kırmızı şapkalıydı.
Mitolojik unsurlar
Noel Baba'nın hediye getirmesi geleneği, İskandinav Mitolojisi'ndeki tanrı Odin'e dayanır. Odin, uçan atı Sleipnir ile avlanmaya gittiğinde, çocuklar Sleipnir için çizmelerinin içine havuç ve saman koyup şöminenin yanına asarlardı. Odin'in bu iyilik karşılığında çocuklara hediye ve şekerlemeler getirdiğine inanılırdı. Zamanla bu gelenek Avrupalı göçmenler vasıtasıyla Amerika'ya ulaştı. Çizme yerine büyük çoraplar kullanılmaya başlandı ve bu gelenek Noel'e dahil oldu.

Varsayım 2: Hikaye ve Öyküsü

Noel Baba’nın kim ve nasıl biri olduğu hakkındaki verileri üç başlığa ayırmalı:
1- Bilgiye dayanan veriler
2- İnanışlara dayanan veriler
3- Sanatsal ve ticari etkenlere bağlı gelişmelere dayanan veriler

Tüm dünyada kabul edildiği gibi, yardımseverliği ve sevecenliği ile bilinen Noel Baba M.S. 280’de Patara’da doğmuştur. Asıl adı Nicholaos’tır. Tahıl ticareti ile uğraşan varlıklı bir ailenin oğlu iken, aldığı dinsel eğitimin ardından papaz olarak Myra’da yaşamış ve orada 6 Aralık 343'te 65 yaşında iken ölmüştür.

Hakkında ülkemizde pek bilinmeyen, ancak İtalyan kayıtlarında rastlanan bir ilginç bilgi ise, Aziz Nicholaos’un 1. Hristiyanlık konsili’ne Antalya bölgesi başpiskoposu olarak katılmış olmasıdır. Roma İmparatorluğunun başkentini Roma’dan İstanbul’a taşıyan 1. Konstantin’in isteği üzerine, Hıristiyanlık içindeki problemleri çözmek amacıyla 325 yılında İznik’te (Nycea) “Dini Önderler Meclis Toplantısı” yapılmıştır. Hıristiyanlığın kutsal kitabı İncil bu toplantıda bugünkü şekline kavuşmuş ve Hıristiyanlık bu toplantıda imparatorluğun resmi dini olarak kabul edilmiştir.

Ölümünün ardından Myra’da adına bir kilise yaptırılır ve oraya gömülür ancak kemiklerini Bari'li haçlı-korsanlar 1087’de İtalya’ya kaçırırlar.

Aziz Nicholaos, babasından kalan yüklüce bir mirası yoksullarla paylaşmış, ancak bunu gizli yapmıştır. (Anadolu’da gizli paylaşım geleneğinin yer yer sürdüğü biliniyor. Dini bayramlarda başka bir mahallede rastgele bir bakkala gelen varsıl kişi, veresiye defterinden rastgele bir sayfa açtırır ve borçlunun borcunu kapatırmış veya evine bir sepet yiyecek gönderirmiş. Marketlerde satışa sunulan Ramazan paketlerinin kökü bu geleneğe dayanır. Yaşayan bu uygulama, Aziz Nicholaos’ı da etkileyen paylaşımcı Anadolu ruhunun bu topraklarda çok derin kökleri bulunduğunu gösterir.)

Aziz Nicholaos hakkında bilgiye dayanan veriler bunlar. Bir de bunların dışında inanışlara dayanan veriler vardır. Bu noktada gemicilik olgusuna mutlaka vurgu yapılması gerekmekte. Hıristiyanlık öncesi Avrupa’da yaygın olan pagan inanışlarında, gemicileri koruduğuna ve bazı mucizeleri olduğuna inanılan aziz kişiliklere rastlanmakta. Avrupa’nın farklı bölgelerinde paralel gelişen bu kültün ortak noktası ise koruyucu azizlerin özelliklerinin birbirine benzemeleridir.

Roma Pagan geleneğinde Belfana, Alman Pagan geleneğinde Berchta ve Knecht Ruprecht, Anglo Pagan geleneğinde Thor ve Saturn, Viking Pagan geleneğinde ise Odin/Wodan karakterleri, Kuzey Slavlarının Buz Dedesi “Ded Maroz” Hıristiyan Ermiş Aziz Nicholaos ile birleşerek Noel Baba efsanesini oluşturmuştur. Bu mitolojik karakterlerin tamamı yolcuları ve gemicileri korur, çocuklara iyi davranır, armağanlar verir ve de varsıllığını paylaşmaktan kaçınmaz.

Özellikle İskandinav ve Kuzey Slav mitlerinden esinlenen çağdaş çizerler, Ermiş Nicholaos’ı geyiklerin çektiği bir kızakta uçarken tasarlamışlardır. Hatta kendisinin, Kuzey Kutbuna yakın bir yerdeki Kahkaha Vadisi'nde yaşadığı anlatılır. Tüm bunlarla birlikte, günümüzde Noel Baba olarak bilinen karakterin omurgasını kuşkusuz Pataralı Aziz Nicholaos oluşturmuştur.

Aziz Nicholaos’un doğduğu Patara, Likya’nın en büyük limanına sahipti ve onun Pataralı gemicileri koruyan bir etkiye sahip olduğuna inanırlardı. Aziz Nicholaos’ın pek çok tehlikeli gemi yolculuğu yaptığı ve onun bindiği gemilerin limana varmayı mutlaka başardığına inanılırdı. İtalyanları etkileyen ve kemiklerini çalmaya yönelten bu söylenceler olmuş olmalı.

Neticede, İtalya’nın Bari kentinde adına yapılan katedral, her yıl binlerce insanın hacı olmak için geldiği bir çekim merkezine dönüştü ve 6 Aralık’ta Aziz Nicholaos’ı anma geleneği Avrupa’ya yayıldı. “Saint Nicholas Günü” hayırseverlik ve hediye verme günü oldu. Ruslar Ermiş Nicholaos’a özel bir sevgi beslerler ve ona özgün Rus mitlerinden gelen adıyla “Buz Dede” derler. Buna bağlı olarak Nikolai adı günümüzde Rusya’da oldukça yaygın bir erkek adıdır.

Almanya, Fransa ve Hollanda 6 Aralık gününü fakirlere ve çocuklara hediye verme günü ve bir dini bayram olarak kutladı. Bu bağlamda Hollanda’ya özel vurgu yapmak gerekiyor, çünkü eski Hollanda efsanelerinden esinle Aziz Nicholaos’ı “Sinter Klas > Santa Klaus” adıyla Amerika’ya ve oradan da dünyaya taşıyan Hollandalılardır.

1773 ve 1774 yıllarında bir New York gazetesi Hollandalı göçmenlerin “Santa Claus” adlı bir azizin ölüm gününü anmak için bir araya geldiklerini yazdı. 1800’lerde Alman göçmenlerin Noel ağacı süsleme geleneğini Amerika’ya getirdikleri yazıldı. 1863’te Thomas Nast adlı Alman asıllı bir ressam, önceleri yeşil giysili çizilen Ermiş Nicholaos’ı kendi hayal gücüne dayanarak kırmızı giysiler içinde çizmiştir. Daha da önemlisi onu Kuzey Kutbunda yaşar göstermiştir.

1900’ler geldiğinde Aziz Nicholaos betimine çizgi romanlarda yer verilmesinin ardından bir pop kültür karakterine dönüşmüştür. 1939’da Haddon Sundblom adındaki çizer Coca Cola reklamlarında kullanmak üzere Aziz Nicholaos’u bugünkü görünümü ile tasarlamıştır. Zamanla Aziz Nicholaos karakteri bunun gibi sanatsal ve ticari etkenlere bağlı olarak tüm dünyaya yayıldı. Günümüzde artık her tür giysi Aziz Nicholaos’ı çağrıştıracak desende tasarlanıp Aralık ayına doğru satışa çıkarılmakta. Aziz Nicholaos artık kendi çapında bir sanayiye döndü, ancak bundan en az yarar sağlayan coğrafya ise onun yaşadığı coğrafya olsa gerek. Üstelik hemşerimize Fransızca adıyla seslenmekteyiz.



Varsayım 3: Benzerlikler ve Hikayeler

Nicholaos hacı olmak üzere Kudüs'e gider. Geri dönüşünde fırtınaya tutulan gemiyi dualarıyla batmaktan kurtarır, ayrıca denize düşerek boğulan bir denizciyi de diriltir. O günden sonra Aziz Nicholaos denizcilerin de koruyucu azizi olarak kabul edilmiştir.
Nicholaos bir müddet sonra Patara'nın komşu kenti Myra'ya göç eder. Myra Başpiskoposu ölmüş yerine geçecek kişi üzerinde anlaşma sağlanamamıştır. Bunun üzerine sabah kiliseye ilk gelen kişinin başpiskopos olması kararlaştırılır. Aziz Nicholaos kiliseye ilk gelen kişi olarak başpiskopos seçilir. Burada da mucizelerine devam ederek üç generali ölümden kurtarır. Diğer bir öyküsü ise şöyledir:
0 yıl Myra'da kıtlık çıkar. İskenderiye'den Byzantion'a mısır götüren bir filo Myra'nın limanı olan Andriake'ye uğrar. Nicholaos hemen limana koşar ve her gemi başına bir miktar mısır vermelerini ister. Gemiciler Byzantion'a vardıklarında istemeyerek verdikleri mısırların yerlerinde olduğunu hayretle görürler.
Hıristiyanlara karşı olan İmparator Diocletianus ve Licinius zamanında Nicholaos da diğer Hıristiyanlar gibi bir ara hapsedilmiştir. M.S. 325 tarihinde Hıristiyanlık içindeki problemleri çözmek için İznik'teki (Nikaea) meclis toplantısına Myra Başpiskoposu olarak katılır. Yolda giderken bir handa öldürülerek salamura yapılmış üç çocuğu dirilttiği daha sonra Bonaventure adlı bir kilise adamı tarafından iddia edilmiştir. Ögrencilerin de koruyucusu olduğuna inanılan Aziz
Nicholaos'un 6 Aralık 343'te 65 yaşında iken öldüğü sanılmaktadır. Myralılar onun adına bir kilise yaparak içindeki lahitte onu sonsuz uykusuna bırakmışlardır.
Haçlı Seferleri sırasında 20 Nisan 1087'de Bari'den gelen tüccarlar kemiklerini çalıp Bari'ye götürmüş ve yaptıkları bazilikaya gömmüşlerdir. onun olduğu sanılan geride kalmış bir kısım kemik ise bugün Antalya Müzesi'nde saklanmaktadır.
Noel Baba Kilisesi

Aziz Nicholaos öldüğünde yapılan kilise veya şapel 529 yılındaki zelzelede yıkılınca daha büyük belki de bazilika tipinde bir kilise yapılmıştır. Peschlow, büyük apsisin güney tarafında eşit apsisli iki küçük mekân ile bugünkü binanın kuzey yan nefinin büyük kısmının bu ilk yapıya ait olduğunu tahmin etmektedir. Bu kilise VIII. yüzyılda zelzele veya Arap akınlarıyla yıkılmış, daha sonra tekrar yenilenmiştir. 1034 yılında Arap donanmasının denizden yaptığı akınlarla harap olmuştur. On yıl harap durumda kalan kilisenin 1042'de Bizans İmparatoru IX. Konstantin Monomakhos ve eşi Zöe tarafından tamir ettirildiği kitabesinden anlaşılmaktadır. XII. yüzyılda binaya bazı ekler yapılmış, kilise tekrar onarılmıştır.
XIII. yüzyılda Türklerin eline geçen Myra'da, kiliseyi serbestçe ibadet etmek için kullandığını ve kilisede bazı onarımların yapıldığını anlıyoruz. 1738'de büyük kilisenin yanındaki şapel tamir edilmiştir. 1833- 1837 yılları arasında Anadolu'yu gezen C. Texier, Myra'ya da uğramış ve kitaplarında kiliseden bahsetmiştir. Ondan on yıl kadar sonra 1842 yılı Mart ayında Teğmen Spratt ile Prof. Forbes de Myra'ya gelmiş, kilisenin bir krokisini çıkarmışlar ve kilisenin yanında bir manastırın olduğunu görmüşlerdir.
1853 yılında Kırım Harbi sırasında Ruslar kilise ile ilgilenmişler ve burada bir Rus kolonisi kurmak için Anna Golicia adındaki Rus kontesi adına toprak almışlardır. Ancak Osmanlı Devleti işin siyasî yönünü farkedince Rusların aldıkları toprakları geri almış, yalnızca kilisenin onarım istekleri kabul edilmiştir. Böylece 1862 yılında August Salzmann adında bir Fransız, Nicholaos Kilisesi'nin onarımı ile vazifelendirilmiştir. Bu restorasyonlar kilisenin aslını bozacak kadar kötü yapılmıştır. Bu restorasyon sırasında 1876'da bugün görülen çan kulesi de ilave edilmiştir.
Birçok kentin koruyucu azizi olan Noel Baba'ya adanmış iki bine yakın kilise bulunmaktadır. O'nun yaşam öyküsü ve mucizeleri birçok kitapta yer almış, ancak en eskisi 750-800 yılları arasında Byzantion'da Stadion Manastırı Başkeşişlerinden Michael tarafından yazılmıştır. Şimdi biz Anadolu Bizans mimarisinin ilgi çekici bir yapısı olan St. Nicholaos Kilisesi'ni beraberce gezelim.
Müze girişinden sonra taş döşeli yoldan aşağıya doğru inilir. İnerken Noel Baba'nın heykeli solumuzda yeşillikler içinde görülür.
IV. yüzyılda burada bulunan tek kubbeli kilisenin güneyine VIII. yüzyılda haç şeklinde bir şapel ile kuzey tarafına da eklemeler yapılmıştır. Ayrıca 1862-63 senelerinde de binaya dış narteks ile iç narteksin bazı kısımları ilave edilmiştir.
Binanın esas girişi batı yönünde olmasına karşılık biz gezi yönünde anlatmayı daha uygun bulduk. Bugün iki sütunu ayakta kalmış bir avludan bir iki basamakla Bizans Devri'nde ilave edilmiş güney nefine inilir. Haç biçimli bu bölümün doğu kısmında üç kemerli pencereye sahip bir apsis yer alır. Apsisin önünde orijinal stylobat ile ortasında altar kaidesi hâlâ görülür. Apsis nişinin içinde yer yer renkleri kaybolmuş ve belirsizleşmiş aziz figürleri vardır. Bunların altındaki küçük niş içindeki fresko Noel Baba'ya aittir. Bu bölüm ve esas kilisenin güneydoğu şapelinin tabanlarında farklı desenlerde mozaik panolar görülür. Batı yönünde merdivenlerin karşısındaki niş içerisinde İsa, Meryem ve Yahya freskoları vardır.
Buradan iyi muhafaza edilmiş kapı çerçevesi bizi lahitlerin bulunduğu kısma, yani haç biçimli şapelin uzun kısmına çıkartır. Lahitlerin yer aldığı nişler içindeki freskolar bugün net olarak görülmese bile çeşitli aziz tasvirlerini içeren freskolar ile bezenmiştir. Kuzey duvarındaki ilk nişle sütunların üzerinde Meryem freskosu ilginç örneklerdir. Noel baba freskosunun bulunduğu ikinci niş sütununun ters konduğu yazılarından anlaşılmaktadır.
Nişler içinde yer alan lahitlerden birinci niş içindeki akarthus yaprakları ile süslü Roma Devri lahdinin Noel Baba'ya ait olduğu kabul edilir. Hatta Noel Baba'nın denizcilerin de azizi olmasından dolayı lahdin üzerinin balık pulu desenleriyle süslendiği söylenir. 20 Nisan 1087'de Bari'li korsanlar, Noel Baba'nın kemiklerini almak için lahdi kırmışlar, bazı kemikleri alarak Bari'ye götürmüşlerdir.
İkinci niş ile karşısındaki nişte bulunan lahitler sadedir. Burada nişler içindeki lahitlerden başka yerde iki mezar daha bulunmaktadır. Buradan bir kapı ile kilisenin iri blok levhalarla döşeli avlusuna geçilir. Avluda ise bir niş içerisinde boşaltılmış iki mezar bulunur. Yanında bulunan mermer üzerinde haç ve çapa motifi Noel Baba için yapılmış olmalıdır. Solda duvar içine yerleştirilmiş mezardaki kitabede 1118 tarihi yer alır. Avludan önce dış nartekse, sonra üç kapı ile ana mekâna (naos) açılan iç nartekse geçilir. Burası gruplar halinde piskoposların resmedildiği freskolarla süslenmiştir. Buradan geçilen esas mekân üç kemerle yan neflere açılır. Ana mekânın güneyinde iki nef vardır. İkinci nefte niş içindeki lahitte Noel Baba'nın mezarı olduğu söylenir ise de üzerindeki kadın erkek kabartması bunun böyle olmadığını gösterir. Yan nefin karşısındaki niş içerisinde ise bir başka mezar vardır. Kuzey nefin kubbesinde Hz. İsa ve 12 havarinin freskoları bulunur. Yanda ise yan nefin kazısı yapılmaktadır. Bu kazının yapıldığı nefin batı kısmında ise üç oda bulunur. Binanın ortasında pencereli ve kasnaklı bir kubbenin olması gerekirken, Salzmann yaptığı tamir sırasında mekânın üstünü kapatarak, kesme taştan kaburgalı büyük bir çapraz tonoz kullanmıştır.



Blogcunun Kaleminden: Saygı ve...

Görüldüğü Üzre Arkadaşlar, Noel ve Noel Baba Üzerine Bir Kaç Varsayım Olmasına Rağmen Tek Bir Hikayeden Bahsetmek Zor. Her Hikayenin Ortak Bir Yanı Var O da Nikolün İyilik Sever ve Yardımcı Birisi Olduğudur. Okuduğum Bir Kaç Kaynakta İse Müslüman Olduğu Yönünde Görüşler Vardır Fakat Zaman İle Bunu Hristiyanlar Sahipleniyorlar ve Bu Günki Şeklini Alıyor.
Ama En Önemlisi de Bizim Bize Ait Olmayan Bir Günü ve Kutlamayı ve Bu Günün Atıf Yerini Sahiplenmiş Olmamız. Neden Kendimize Ait Olmayan Şeyleri Sahipleniyoruz. Bu Bize Huzur mu Veriyor Yoksa Asimile Olmamız İçin Sistemin Uşaklığını mı Yapıyoruz?
Biz İnandıklarımız Uğuruna Can Verebilenler Yani TÜRK'ler Olarak Kendimize Ait Birçok Mukaddesimiz, Bir Çok Evrenselimiz, Bir Çok Saygı ve Yardım Sever Kişilerimiz Kişiliklerimiz Efsanelerimiz Varken ?
Belki Noel Kutlamaları ve Noel Babaya Karşı Sevgi Beslemek Şu Anki Zamanda Biraz Daha Varsıl Kesimin Yaklaşımı Fakat İlerleyen Devrede Kapitalizmin de Etkisiyle Bu Olgu Engellenemez İse Git Gide Büyüyerek Bizi Yani Halk Tabanına Yayılacak Gibi Görünüyor.
İnançlarım Doğrultusunda Sahiplenmeyi ve Öne Çıkartmayı Tercih Ederim. Sizler de Birlikte Hareket Etmez İseniz Zamanla Bize Ait Olmayanlara, Bize Aitmiş Gibi Sarılmaya Başlarsınız.
Öz Benliğinizi Kaybetmeyin!
Bizler İnançalrı Uğuruna Yaşayanlar Yani TÜRK'ler Kendimize Sahip Çıkmalıyız...[İ.G]

10 Ağustos 2015 Pazartesi

Evliya Çelebiden

Evliya Çelebi’nin Anlatımıyla; Osmanlı Devrinde Cadılar, Vampirler, Tılsımlar ve Büyücüler
Yazar: Burhan Çağlar


Her konuda anlatacak bir hikâyesi olan Evliya Çelebinin elbette “sihir”, “büyü” ve “cadılar” hakkında da anlatacak bir şeyleri vardır. Seyahati boyunca karşılaştığı pek çok egzotik hikâyeyi,  şahit olduğu tılsım, cadı, büyü, büyücü olaylarını ve gözlemlediği doğaüstü varlıkları eserinde anlatır.
Kendinden önceki tılsım ve efsanelere atıfla tecrübe ettiği bu hadiseleri yorumlar.  Hatta bilinen en eski “Vampir” hikâyelerinden birini onun naklettiği, bu yönüyle klasik “Drakula” öykülerine temel teşkil ettiği konusunda tüm tarihçiler hemfikridir.
Evliya Çelebi Seyahatnamesinin çeşitli bölümlerinde “harikulade hadiseler”  dediği bu olaylara dair pek çok değişik anlatımlar yapar.

Meydanlarda, paşa konaklarında, ziyafet ve şenliklerde şahit olduğu sihirbazlık, hokkabazlık, madrabazlık gibi gösterilerden bahsederken bunların “temaşa” – “gösteri” yönünü vurgular. Fakat, Evliya’nın anlattığı 3 farklı Cadı, Büyü, Büyücü olayı vardı ki olayları şahsi tecrübelerine dayandırarak ve hakikat ile sarmalayarak, şahitler huzurunda ortaya koymaktadır.


Evliya Çelebi deyince aklımıza hep “damdan dama atlarken donankedi” hikâyesi gelir. Hâlbuki Evliya’nın seyahatnamesinde daha ne “tantanalı” olaylar vardır da bilinmez. Seyahatname bizde unutulup gitmişken 1830’lerde Avrupalılarca keşfedilir.

“Seyahat ya Resulullah.”

Evliya Çelebi, seyahatlerinin sebebini gördüğü bir rüyaya bağlar. Bu rüyaya göre İstanbul’da Yemiş İskelesi civarındaki Ahi Çelebi Camii’nde kalabalık bir cemaatle birlikte Hz. Muhammed’i görür.

Tam bu sırada heyecana kapılır ve “Şefaat ya Resulullah” diyeceği yerde “Seyahat ya Resulullah” der. Bunun üzerine Hz. Peygamber tebessüm ederek Evliya Çelebi’ye şefaatide, seyahati de müjdeler. Böylece seyyahatlerinin bahanesi bu rüya olur.

İlk olarak Alman tarihçi Hammer’in dikkatini çeker ve şöhret bulur. Eserden İngilizce, Almanca, Yunanca, Ermenice dillerinde seçkiler yayınlanır.  Anavatanında ise Evliya sansüre uğrar, sürmen altı edilir.  Tam bir baskısının yapılması için ise 150 yıl beklemek gerekecektir.
***
Evliya, 17 asır bağlarında yani imparatorluğun en mutantan  zamanında İstanbul, Unkapanı’nda dünyaya gelir. Arapça, Farsça, Rumca, Latince öğrenir, hafız olur, 25 yaşına kadar İstanbul’daki tahsil hayatı devam eder. Fakat içindeki gezip görmek tutkusuyla kıvranmaktadır. Evliya bu husuta  “Peder ü mâder ve üstâd birader kahrından nasıl kurtulur da cihangeşt olurum” demektedir.
Böylece Evliya’nın 70 yılı aşkın ömrünün 51 yılın geçireceği bir diyardan başka bir diyara uzanan, 257 şehir,  7 iklim 18 padişahlık tutan gezisi başlar.
Bu süre zarfında evlenmeye ise vakit bulamaz. Gezip gördüklerini, başından geçen olayları ve kendisine anlatılanları akıcı dili ve ilgi çekici üslubuyla “Seyahatname” adını verdiği eserinde yazıya döker.  10 cilt 4 bin sayfalık eser bütün dünya tarihinin en ilginç kaynaklarından biridir.
Seyahatnamesinde,  Dünyada 12 büyük şehir olduğundan söz eder ve sayar, Viyana, Prag Kösece Paris, Edirne, Bursa, Kahire, Halep, Şam ve tabiki İstanbul.

Yine, Hazerfen Ahmet Çelebi’nin kanat takarak Galata Kulesi’nden Üsküdar Doğancılar meydanına uçuşunu yazan tek kaynak odur.  Legari Hasan Çelebi‘nin yaptığı roketle fezaya doğru  yolculuğu da bir tek Evliya’nın eserinde geçmektedir..

Bunların yansıra İyi biri dil bilinci olarak kendi döneminin Türkçesini, gittiği yerlerde konuşulan Türkçenin ağızlarını bize aktarmaya çalışmıştır.  Mesela Kayseri de köylülerin o dönemde daha yeni yeni moda olmaya başlayan kahveye bakışlarını onların şivesini hiç boz madan nakleder;  “Gıllı gıçlı şaarlılar kayfe örpürdetirler”...
Cadılar Savaşa Tutuşuyor
Evliya Çelebi, hicri 1076 şevvalinin 20. gecesi Hatukay Çerkez diyarının 300 küsur haneli Pedsi köyünde cadıların gökyüzündeki savaşına şahit olur. Zifiri karalık  bir gecede yıldırımlar aniden kıyametler gibi kopmaya başlar. Ortalık Çerkez kadınların nakış işleyebilecekleri kadar aydınlanır.
Durumdaki harkuladeliği sezen Evliya civardaki Çerkezlere sorup, vallahi yılda bir defa böyle karakoncolos gecesi olur,  Çerkez oburları (cadıları) ile Abaza oburları göklere uçup ceng-i azim eder, vuruşurlar cevabını alır. Sonrada dışarı çıkıp korkmadan seyr-i temaşa etmesi tavsiye edilir.

Yetmiş, Seksen kişiyle birlikte dışarı çıkan Evliya,  büyük ağaçlar, küpler tekneler, hasırlar araba tekerleri, fırın söykeleri ve daha nice benzer eşyalara binmiş Abaza cadılarıyla, at ve sığır leşlerine, deve ölülerine binmiş, ellerinde yılanlar, at deve kelleleri olan Çerkez cadılarının savaşa tutuştuğunu hayerler içerisinde  görür.
Tam 6 saat süren bu vuruşmada kulakları sağır eden bir gürültü ortalığı kaplar. havadan yere keçe, sırık, küp, Tekne, kapı gibi eşya parçalarıyla, araba tekerleri, en nihayet at, insan ve sair hayvan uzuvları yağmaktadır.  7 Abaza oburu ve 7 Çerkez oburuyla sarmaşıp yere düşerce, Çerkez cadıları hemen 2 Abaza cadıyı kanlarını emerek öldürür ve ölülerini ateşe atarlar.  Horozların ötmesiyle biten savaşın ardından oburlar (Cadılar)da  giderler.
Evliya böyle hikâyelere dair gayet “münkir” olduğunu fakat kendisiyle birlikte bilcümle zevatında bunu görüp hayretler içinde kaldıklarını belirterek, ahalinin de 40 – 50 yıldan beridir bu denli şedid bir “karakoncolos gecesi” görülmediklerini söyler.
Insan Kanı İçen “Ölü” Cadılar (Zombiler)
Evliya Çelebi anlatılanlara göre bu diyarda karakancolos gecelerinde ortaya çıkan ve insan kanı içen cadılar olduğunu da yazar. Halkın Evliya’ya anlattığına göre, bazı gecelerde cadılar musallat oldukları kişinin kanını içip hasta etmektedirler.
Eğer kanı içilenin kimsesi yoksa yatağa düşer ve ölür. Varsa, hasta yakınları bir “cadıcı” ile mezarlıkları dolanıp cadının çıktığı, toprağı eşilmiş mezarı ararlar. Bulup, mezarı kazıdıklarında adamın kanını içtiğinden gözleri kan çanağı misali “pörtlemiş” cadı leşi teşhis edilir.
Bu halde, cadı hemen mezardan çıkarılarak “göbeğine” uzunca böğürtlen kazığı çakılır. Hayattaki başka bir cadının ruhu bu bene de hulul etmesin (geçmesin) diye de ateşte yakılır. Allah’ın emriyle cadının sihri batıl olup, kanı emilen adam tez vakitte şifa bulur.
Insan Kanı İçen “Yaşayan” Cadılar (Vampirler)
Yine Evliya Çelebi’nin anlatılanlardan naklettiğine bu diyarlarda yaşayan cadılarda vardır ki halkın arasında gezer de bilinmez. Fakat vakti zamanı gelip kudurunca, tuttuğu birinin kulağı arkasından kadını emer. Adam gün be gün hasta olur. Derhal akrabaları bir “cadı üstadı” bulup köy, kasabai şehir şehir dolanıp gözleri kan içmekten kan çanağına dönmüş cadıyı aralar ki yakalayıp zincire vuralar.
3 gün 3 gece zincire vurulan cadı, yaptığını ve cadılığını itiraf ettiğinde hemen yatırılıp göbeğine böğürtlen kazığı çakılır. Çıkan kan, kanı emilmiş adamın yüzüne gözüne sürülünce hasta derhal şifa bulur. Cadının leşi de ateşe atılıp yakılır.  Bu cadılık derdi taundan (vebadan) fenadır, Moskof, Leh, Çek taraflarında hayli yaygınadır vesselam.
***
Dr. Stefanos Yerasimos, Evliyâ Çelebi’nin Kafkaslara dair bu  anlatısında egzotizminin izlerini aramaktadır. Yerasimos’a göre Osmanlıların Kafkaslardaki hâkimiyetinin kısa sürmüş olması ve yöreye fazla ilgi göstermeyişleri burayı Osmanlılar için egzotik bir iklime büründürmüştür.   Bu nedenle Yerasimos, “havalarda atlarla uçuşan cadılar” , “cesetlere saplanan kazıklar”,  “zincire vurulan vampir hikâyeleri” Evliyâ’nın egzotik bir coğrafyaya doğaüstü mit ve efsaneleri yerleştirme ihtiyacından doğmuş olabileceğini sorgular.
Ancak Dr. Başak Öztürk Bitik, söz konusu eser Seyahatnâme olunca “egzotizm” seçeneğine kolaylıkla evet demenin çok da mümkün olmadığını belirterek; Evliyâ’nın şahit olduğunu söylediği ikinci cadı vakası, Osmanlılar için pek de egzotik olamayan bir mekânda, Bulgaristan’ın bir köyünde gerçekleşitiğinin altını çizer.
Büyücü Kadın ve Karakoncolos
Evliya Çelebi, Rumeli’de (Bulgaristan’da) Çalıkkavak köyünde, bir “kefere” hanesinde konaklamakta ve ateş karşısında istirahat etmektedir. Kapıdan içeri saçı başı dağınık, çirkin yüzlü, yaşlı bir acuze kadın girer. Çekinmeden gelip ateşim başına oturur ve  kendi lisanında küfürler savurmaya başlar.
Evliya, önce dışarıdaki adamlarının kadını kızdırmış olabileceğini düşünür ve çağırtıp sual ettiğinde, “haşa bir şeyden haberimiz yoktur” cevabını alır. Sonra bu acuzenin etrafına kızlı erkekli 7 çocuk gelip onlar dahi ateşin etrafını saralar ve hep birlikte “çağıl” “çağıl” Bulgarca konuşmaya başlarlar. Evliya ise “ne garip temaşadır” diyerek bunları seyre koyulur.
Gece yarısı olunca çıkan gürültü ve patırtılar Evliya’yı uykusundan hoplatır. Evliya, acuze kadının kapıyı açıp içeri girdiğini ve ocaktan aldığı bir avuç külü fercine sürdüğünü görür. Sonra küle bir efsun okuyarak ocak başında yatan bu 7 çocuğun üzerine saçar.  Yedisi birden iri piliçlere dönüşerek “civ”, “civ”, “civ“ demeye başlarlar. Hemen elinde kalan külleri kendi başına serpince o an büyük bir tavuğa olup “guruk”,  “guruk” diyerek kapıdan çıkarı çıkar. Piliçler dahi ardı sıra çıkarlar.
O an evliya, “Bre oğlan” diye feryat ettiğinde, adamları hemen koşup gelirler ve burnundan kan boşladığını görürler.  Evliya ise onlara, “bu ne haldir bre, dışarı çıkın bakın hele bir kütürtdür kopuyor” der.
Dışarı çıkan adamlar görürler ki, tavuk ve piliçler atlar arasında gezinmekte, atlar ise birbirleri üzerine yarışıp kendilerini helak etmektedirler. Köydeki “kefereler” ise durumdan haberdar olup, gelip hemen atları bağlarlar. Cadı ve tavuklar ise bir tarafa gider.
Bundan sonrasını Evliya’nın adamı şöyle anlattır;  Bir baktık ki bir kefere, zekerini çıkarmış tavukların üzerine sepe sepe işemektedir. O an sekiz tavuk benî âdem (insan) olup biri yine o ihtiyar acuze oldu ve o işeyen kefere ve sair kefereler acuze kadını, çocukları kollarından tutup döve döve ve bir tarafa götürdüler. Ardı sıra gidip baktık ki meğer vardıkları yer kilise imiş. Hatunu papaza teslim edip papaz okuyup üfleyerek ‘afaroz-u mandolos’ eyledi.
Evliya anlatısına şöyle devam eder;  - Bu olay üzerine adamlarım yemin verdiler.  Antepli Müezzin Mehmet Efendi ve adamları, Mataracıbaşı ve adamları hepsi bu olayı görüp tavuğun insan olduğuna şahit oldular dediler.
O gece sabaha kadar korkumdan veya kanımın hareketinden burnumun kanı dinmedi. Ta vakit sabah olduğunda kandan kurtuldum. Sonra müezzin ve mataracının adamlarını çağırıp sordum  -Vallahi akşam tavukların üzerine o Bulgar kefere işeyince tavuklar adam oldu. İsterseniz işeyen herifi getirelim.- dediler. Ben de ‘Canım, haydi getirin.’ dedim.
Gelen Bulgar gülerek; ‘Sultanım, o karı başka soydur, yılda bir kere kış geceleri öyle karakoncolos olurdu ama bu yıl tavuk oldu, kimseye zararı yoktur.’  deyip gitti.
İşte bu hakir mezkûr Çalıkkavak’ta böyle bir temaşaya şahadet edip aklım başımdan gide yazdı ve Çalıkkavak balkanı’nın hâli ahvâli pûr-melâli böyledir,  Hudâ hıfz ide” diyerek anlatıyı noktalar.
Kırım Dönüşü Tatar Büyüsü
Harap viran köyler beldeler geçip, yılan, çıyan ve kargalara mesken yıkık kaleler aşan Evliya Çelebi ve beraberindekiler bu kez Tatar vilayetinden İstanbul’a dönmektedir. Yolda, artık çarşı, pazar, dükkân ve hamamları kalmamış bir zamanların mâmur şehirlerinden geçeler.  Bir su değirmeninden başka ne han ne hamam ne bağ ne de bahçelere rastlarlar.
Hâlbuki der Evliya “zaman-i kadimde bu vilayetler âbâd idi, ammâ şimdi harab olup akçe ve pul ve bâğ u bâğçe ve çârsûyı bazar ve hân u hammâm ve dahi kilise dahi kalmamıştır. Ahali ise ne kâfirdir ne müselmân.” Dedikten sonra, “Bu kalelerin bazıları zamanında değerli mücevherlerle süslenerek yapılmışlarsa da Tatar eline girdikden sonra sual ne lâzım, cevâhir mi kalır? ” diye serzenişte bulunur.
Evliya ve beraberindekiler,  İstanbul yolunda Azak’tan doğru ilerleyip Kuban nehrini geçmek zorundadırlar. Gemi olmadığından nehrin kenarına varıp çadır kurmak isterler, fakat soğuktan donmuş toprağa çadır kazıklarının girmesi bile mümkün olmaz.
Bu esnada dehşetli bir rüzgâr esmeye başlar.  Çadırları havaya savurup arabaları baş aşağı eder, atlar öteye beriye koşuşup ortalık bir anda “hercümerç” olur. Yanlarındaki “Kırım gazileri “eyvah” çekip “sihre uğradık diye feryâd-ı figan ederken Mehmed Paşa mahiyetine muavvizeteyn surelerini (Felak ve Nas) okumalarını emreder ve nihayet rüzgâr sükûnet buldur. Devamını Evliya’dan dileyelim;
Ardından bir köse Kalmuk Tatarı çıka geldi ve Paşa’ya:  “Paşa bana zararının dokunmayacağına yemin ver” dedi. Paşa da Kuran’a el vurup yemi etti. Bunun üzerine Kalmuk:
‘Sultanım, sizin başınıza rüzgârı, kızıl kıyameti koparan, bu kadar arabaları, çadırları yere vuran bendim ki marifetimi size izâr edeyim istedim. İmdi, eğer bu nehri aşmak niyetindeyseniz, bana bir at, bir kürk ve yüz kuruş verin. Yine kızıl kıyamet koparıp ve bu suyu dondurup, buz hâline koyayım. Cümleniz selametle karşıya geçip, maksadınıza nail olasız” dedi.
Bîçare Mehmet Paşa, ‘Bre medet, öyle olsun hadi!’ deyip, Kalmuk’un istedikleri verdirtti. Kalmuk, atını alıp, bir tarafa bağladı ve orman içine doğru yürüdü.
Kalmuk Tatarı’nın Sihirleri
Adamım ardından ormanın içine gizlice süzülen Evliya Çelebi Kalmuk’un yaptıklarını gizlendiği yerden hayretle izliyordu.  Kalmuk Tatarı bir ağacın dibinde def-i hacet edip kıçını yukarı çevirip kar üstünde taklalar atarak bir takım hareketler yaptı. Sonra ellerini yere koyup ayaklarını havaya kaldırıp, necasetini alnına sürerek bir müddet bu şekilde durdu.
Birden doğu, batı ve kuzey taraflarından kara bulutlar toplaşıp, gök gürlemesi ve şimşek ile bir büyük rüzgâr koptu. Kalmuk Büyücüsü, necasetinin etrafında üç dört defa dönüp, eliyle parçalar alıp havaya savurdukça yıldırımlar çakıp kıyametler kopar oldu.
Bu sırada askerler, Paşa’nın emriyle toplaşıp buz kesen nehirden karşıya geçmeye başlamışlardı. Fakat Dîvân efendisi ve mutaassıp birkaç zât ise sihir tesiriyle oluşan bu buzdan geçmeye reddetmişlerdi. Paşanın, geçmelerini emretmesiyle yine de Felak, Nas sureleri ve esmâü’l-hüsnâları okuyarak geçmeye koyuldular. Ancak okudukları dualar sihri bozduğundan buz delindi ve bir kısmı suya düşüp boğuldu.
Bu sırada hızla koşup gelen Kalmuk’lu büyücü ise sihrini bozdukları için başındaki kalpağını yere vurup feryat ü figan bağırarak Paşa’ya ve buz üstündekilere “Arapça” okumadan hızlı hızlı geçmelerini tembih etti.


Üç Hikayeninde Düşündürdükleri
Pertev Naili Boratav’a  Halk geleneğinde, birtakım tabiatüstü halleriyle insanların yaşamına etki eden esrarlı varlıklara inanıldığına, fakat bu varlıklar nedense hiçbir zaman iki kişi bir arada iken belirmeyip; insana hep yalnız olduğu zamanlarda, çeşitli kılıklarda göründüğüne işaret eder. Ancak, Dr. Başak Öztürk Bitik bu durumun Evliya Çelebi anlatıları için pek de geçerli olmadığını belirtmekle birlikte üç hikâyede de kendisine bir seyirci grubunun eşlik ettiğinin altını çizer.
 Evliya’nın anlatısında, zincirlere vurulmuş cadının; “Fülân kişinin kanın ben içtim” şeklinde itirafa mecbur kalması, yahut acuze kadının sihrinin sadece “gark-gurk” sesleri çıkaran bir tavuğa dönüşmekten ibaret olması,  ya da havaya sözünü geçirse bile bir Osmanlı paşası karşısında korkan Karluk’lu büyücünün Paşaya Bana zararın dokunmaz değil mi?” sorusunu sorması, aslında onların insan karşısındaki acziyetini ve güçsüzlüğünü alaycı bir dille vurgulamaktadır. Bu olağan üstü varlıkların insana zarar veremedikleri gibi bilakis hep kendileri zarar görmüştür.